28 Temmuz 2014 Pazartesi

Taklacı duvarlar

kader, hayat ve hatta meyveler, birçok kiraz. seni aldılar bir önce an.

bin kez dolaştım duvarlarda. adını sordum, söylemek istemediler. hazineler buldum sandım, ama bulduğum sadece bir gökkuşağıydı. imiş. söyledi duvarlar. içinden geçtim, yağmur dindi.

bırak dediler, bıraktım. uçurumdan.

hani küçük bir şey vardı ya içte. öyle değil miydi? içeride. işte onu bıraktım. o yüzden böyle şimdi duvarlar, üzerine ayak basılıyor. büyük bir adım, yine. uçurumdan.

git ve gel işi, dediler. neticesi buymuş. çivi çiviyi sökermiş. söyledi duvarlar. rengini de söylediler sonra, ince ince uzanan şeylerin.

burnuma çarptı bazıları, sert dikenlerin arasından. aldırmadım. soktum burnumu, duydum inceden. hicaz gibi kokuyordu uçurumu evrenin. bunları söyleyemedi duvarlar, ben fısıldadım.

söyleyemedi duvarlar. fısıldadım. adını söyledim, bu sefer duymak istemediler. ayağıma battı, çünkü üzerine bastım senin, kırılmış çerçeve. ve daha binlercesi kırılmış olanın.

duvarlar söyledi bir dudak öpücüğü. düşün, tam bir dudak öpücük, okkalı. boynum vermiş sırrı, artık unutulmaya yüz tutan. çok ısınmış, yanmış ve duman çıkartmış kıvılcımlı. ne yapsın, çivi aramış da bulamamış söksün. bol bol öksürmüş ki düşsün. takılmış kalmış...

duvarlar söyledi birçok şeyi, binlerce kirazı. ama ben onlardan bir şeyi sakladım. dikenli tellerin arasındaki uzun ve ince şeyleri, sus duymasın. takılmış kalmış geçmişten, tarakta kalmış. gelmiş geçmişten, takılmış kalmış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder