24 Eylül 2012 Pazartesi
Çil
Biz biraz erken kaybettik hayatı. Erken farkına vardık bir bok olamayacağımızın. Erken vurdu vuran. Erken kaybettik heyecanla, arzuyla geçmesi gereken gençliği. Bir Pazar günü sabahı bile neşelendiremiyorsa seni, erken kaybettiğini anlıyorsun nefesini. İnsanlık bir hiç uğruna birbirini keserken senden çok uzak olmayan coğrafyalarda ve sen bir hiç uğruna yaşadığını, oyalandığını farkediyorsan senden bir hayır gelmez bundan sonra, farketmiyorsan daha acı. Bu yüzden öncekiler anlamıyor bizi, bu yüzden çok daha zor hayat. Onlar yaşlanana kadar dünyayı bir şekilde değiştirebileceklerine inandılar. Ama öyle bir kalıba sokulduk ki biz, ana-babalar farkında olmadan, ne geçmiş kaldı beyinlerde ne de varılacak menzilin yol haritası. Bu yüzden biz şımarık bir nesiliz, arada kalmış. "Böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyorum.". İnan o da gelmek istemiyor.
24 Ağustos 2012 Cuma
Kolay
Beş yeni ev tanıdım, beşinden kovuldum yenisine taşındım. En büyüğü gülümserdi bir yaz gününde. Dört parmak kadar açılırdı penceresi, kulpu kırık. On kız gördü göz ve yirmi üç tane parmakla karşılaştı çorabım. Bilenler uydu soğuğa ve ben sırtımı döndüm toprağa. Toprak ki üstünde evlerim yükselmişti, sevdim. Göz yanması yaşadı önce gece ve beyaz bir ağrı saplandı sağ dizinin arkasına. Dile kolay, dilek olay.
26 Haziran 2012 Salı
10 Haziran 2012 Pazar
Kiremit çiçeği
Sağ kaburga altı, kiremit çiçeği. Ne kadar uyumludur oysa siyah klozetine koymuş olduğun poponla beyaz bir bok, tutkal. Uzundur gelmeyişi kafası güzel sabahların ve nedendir bilinmez bekletişlerindeki hovardalıklar. Birini daha bırakırsın, sonu gelmez sanırsın. Bir garip homurtu var. Her gün içini döktüğün klavyenin tuşlarına ağır gelir yazdıkların. Yalnızsındır. Seni çevreledigini düşündüğün ve artık katlanamadığın insanlarının arasında çırılçıplak bir yalnızlıktır işte yaşadığın. Sonra gün biter, ayıp olan başlar. Ayıp olanın sebebi, sana yapılan ayıplardır hep. Mükemmeliğine yapılmış hakarettir. Sen de o hakaretleri toplar, küçük cebinde biriktirirsin. Zamanı gelir, harcarsın.
Tüm bu anlattıklarımla ne mi alakan var? Hiç.
5 Haziran 2012 Salı
Kırmızı ilaç
Boşalmayan iç ve boşa geçen zaman. Göz yanması ve bitmeyen sorumluluklar. Ten yorgunluğu ve gece. Uyku ve rüya. Kabus ve zaman. Sabah ve beyaz peynirli sandviç. Kırmızı ilaç ve döngüye kurban fareler. Aşağı düşen kuyruk ve 37 kez tekrarlanan egzersiz. Sorgular ve sualler, cevap saçmaları. Gitme düşüncesi ve tembellik. Boşa geçen zaman ve boşalm...
24 Mayıs 2012 Perşembe
Basan
(1)
Dibe vurur gibi uyan.
Tokat yemiş gibi uyan.
Ve uyan yine ve yine.
Yirmişer kez vursun vuran.
Yirmişer kez uyan.
Ama uyan.
Her seferinde uzan.
(2)
Yakmaya çalış lambanı.
Tutsun seni bir karabasan.
Boğsun seni karanlık.
Sen uyandın san.
Olacaktır olan.
(3)
Bir yalandır lamba.
Bir yalandır düşüşün.
Dibe vursan da,
Tokat yesen de uyan.
Ve her seferinde tekrar düşsen de uyan.
(4)
Diplerdir bu karabasan.
Her seferinde yüzüne çarpan.
Düşsen de uyan,
Ölsen de uyan!
Dibe vurur gibi uyan.
Tokat yemiş gibi uyan.
Ve uyan yine ve yine.
Yirmişer kez vursun vuran.
Yirmişer kez uyan.
Ama uyan.
Her seferinde uzan.
(2)
Yakmaya çalış lambanı.
Tutsun seni bir karabasan.
Boğsun seni karanlık.
Sen uyandın san.
Olacaktır olan.
(3)
Bir yalandır lamba.
Bir yalandır düşüşün.
Dibe vursan da,
Tokat yesen de uyan.
Ve her seferinde tekrar düşsen de uyan.
(4)
Diplerdir bu karabasan.
Her seferinde yüzüne çarpan.
Düşsen de uyan,
Ölsen de uyan!
Konulu
Bir karga geldi.
Bıraktım parçalasın kalbimi.
Söktü, götürdü.
Tüylerini bıraktı geriye.
Onlarla doldurdum göğsümü dışarıdan belli olmasın diye.
Boşluk siyahtı.
O zamandan beri kendimi yürürken, otururken, düşünürken buluyorum.
Bazen bir odada, bir avluda, bir rüyada...
Düşündükçe uyuyorum.
Bıraktım parçalasın kalbimi.
Söktü, götürdü.
Tüylerini bıraktı geriye.
Onlarla doldurdum göğsümü dışarıdan belli olmasın diye.
Boşluk siyahtı.
O zamandan beri kendimi yürürken, otururken, düşünürken buluyorum.
Bazen bir odada, bir avluda, bir rüyada...
Düşündükçe uyuyorum.
15 Mayıs 2012 Salı
2 Mayıs 2012 Çarşamba
Adam
Gece saat iki. Gözünü açtın kulağına üflenen son kelimenin ardından. Aslında iki saat önce gözlerini kapattın ama uyumadın. Kulağındakilarin muhabbetini dinledin. Tabii bir de tüm gün beyninde dönen melankoliye eşlik ettin.
İlk adımı hep insan atar, attın. Balkona çıkıp, hiç düşünmeden korkuluğa yaklaştın ve izliyorsun. İlerde bir sokak lambası var, altında oturan bir adam. Kendi kendine konuşuyor gibi. Rahatsız oluyorsun orada olmasından, gitsin. Gidiyor. Mutfağa geçiyorsun, susuzluk. Ardından yatağa poponu koyuyorsun. Yarım saat geçmiş. Kulağını yokluyorsun, gitmiş gibiler. Sonra yatıyorsun. İyice yerleştikten sonra, hareketsizlik ve uğultu. Uğultu kesilsin diye hep hafif bir kıpırdamaya başvurur insan. Tam uyuyayım diyorsun, kulağına geliyorlar. Hoş geldiniz demeye kalmıyor, "Hoş bulduk! ", hep bir ağızdan.
İlk adımı hep insan atar, attın. Balkona çıkıp, hiç düşünmeden korkuluğa yaklaştın ve izliyorsun. İlerde bir sokak lambası var, altında oturan bir adam. Kendi kendine konuşuyor gibi. Rahatsız oluyorsun orada olmasından, gitsin. Gidiyor. Mutfağa geçiyorsun, susuzluk. Ardından yatağa poponu koyuyorsun. Yarım saat geçmiş. Kulağını yokluyorsun, gitmiş gibiler. Sonra yatıyorsun. İyice yerleştikten sonra, hareketsizlik ve uğultu. Uğultu kesilsin diye hep hafif bir kıpırdamaya başvurur insan. Tam uyuyayım diyorsun, kulağına geliyorlar. Hoş geldiniz demeye kalmıyor, "Hoş bulduk! ", hep bir ağızdan.
1 Mayıs 2012 Salı
Uydurukçu
iki sarı direk
bir yansımalı cam
fabrika çıkışlı
hayatının yükü.
yok garip olan
sanrı oldu tanrı
kaldı beraber
bir kulak odada
tek ayağı vardı
düğüm oldu dünü.
bir yüz bin yaz
çevir pedalı
siner zamanlar.
ben seninim sen derin
diril ağlayan şimşek
ve delir koca din.
asfalt netsizleşir
çizgi oturamaz yerinde
gel ve git işi neticede.
bir yansımalı cam
fabrika çıkışlı
hayatının yükü.
yok garip olan
sanrı oldu tanrı
kaldı beraber
bir kulak odada
tek ayağı vardı
düğüm oldu dünü.
bir yüz bin yaz
çevir pedalı
siner zamanlar.
ben seninim sen derin
diril ağlayan şimşek
ve delir koca din.
asfalt netsizleşir
çizgi oturamaz yerinde
gel ve git işi neticede.
26 Nisan 2012 Perşembe
Başka
Yüz ve beş tuş, iki ekran, dokuz ay ve on gün, bir aslan, üç çocuk... Arkası pek dolu değil. Dudak hareketleri. Nefesini bırakıyor. Kırmızı bir çizgi çiziyor sonra, başlangıcı belli ama sonunu düşünmüyor. Sınırını belli etmeye başlıyor. Hiçbirine aldanmıyor, hayallerine inanmıyor artık. Bir dudak hareketi daha. Fısıldadığı rutubet kokuyor.
Kafasını kaldırınca etrafında gezinen bir kaç ruh görüyor, yok. Gözleri. Önündeki masayı aydınlatana bakıyor, sahte. Bilinçsizce cinsel organını yokluyor, yoklayınca yok oluyor. Varlığı diğerlerine lanet. Keramet başkalaşmasında. Bir tırnak oluyor önce, sonra bir pamuk, ardından vızıltı oluyor, ses. Yaşam hiç bitmiyor, ama ölüm sürekli tekrar ediyor. Ölüm gerçek.
Kafasını kaldırınca etrafında gezinen bir kaç ruh görüyor, yok. Gözleri. Önündeki masayı aydınlatana bakıyor, sahte. Bilinçsizce cinsel organını yokluyor, yoklayınca yok oluyor. Varlığı diğerlerine lanet. Keramet başkalaşmasında. Bir tırnak oluyor önce, sonra bir pamuk, ardından vızıltı oluyor, ses. Yaşam hiç bitmiyor, ama ölüm sürekli tekrar ediyor. Ölüm gerçek.
31 Mart 2012 Cumartesi
Huzurlu engellenme
Yerleri değişiyor. Perdeler çekiliyor görünenin önüne. Yalnız kalıyorsun sonra. Ellerin uyuşmuş. Bilinçsiz bir farkındalık hali. Sorgu yüksek seviyede ama kelimeler yok. Uçmak istiyorsun. Kulağına fısıldıyorlar bu sefer hep bir ağızdan "Gitme." diye. Düğümlenmiş iplikler, gücün yok. Rüzgar var ama esmiyor, uçamıyorsun. Çakılmışsın bedenine, kirli. Bu dünyanın malı olmuşsun belli ki. Basıyorlar üstüne gelenler. Bir kart uzatıyor büyük olan, öncesinde güzel bir kız yılları oyalayan. Karşına çıkan yıllardır bulunamayan, bir aranan, bir sorulan. Her zamanki yapılıyor sonra, arkası dönülüp yatılandan. Sırtını dönüyorsun yine yapılamayana, ömrünü bitiriyorsun anlatamadan, anlayamadan. Soruyor sonra, sırra vakıf olmak neyi değiştirecek, bilmek istiyor. Hiçbir şey cevap veriyor, diye.
15 Mart 2012 Perşembe
Yoklar
Yoklar, yoksun. Yoksun olma bende. Ol benim bedenimde, çıkma ki dışarı. Çocuk olayım düzensiz uzamış sakallarımın ardına sığınmış. Görmesinler sırıttığımı, sarkmış bıyıklarım. Ama sen içerde ol, beni koru kendimden. Ben de dışarda olayım, bağırıp çağırayım, egoizm dinim olsun, küfürler ibadetlerim. Ama sen gitme bir yere, sıkılma da benden. Sadece sen gör güldüğümü, bir de ben göreyim körlüğümü.
O kadar güzelsin ki sıkıldım gözlerine bakmaktan, git biraz da sen bak benim yerime, ayna var, hep olur. Sırtımın sol yanı uyuşuyor, kalbimin arkası. Orada mısın?
3 Mart 2012 Cumartesi
Yuvarlağız
Kareyiz ve yalancı. Bir bilinmedik dışbüküm içinde geçiyor hayat. Şarap kokusu ile tezek kadar bütünleşik, bileşik.
Diriliş, çok uzak bir ihtimal. Bir gömüyüz, üstümüze atılmış bir toprak. Parça. Hayal bile daha gerçek yaşadıklarımızdan. Rüyalarımız o kadar ve daha gerçek ki, sana uzanırsa tuşlar korkuyorum, gelir bulur, kırmızı ruj ve yüzüne büyükçe bir gözlük. Sen olmadığın, ruhunun olduğu senler, yuvarlağın köşeleri gibi dokunuyor kalbimin kapakçığına. Ters düşüyor gözlerinin parlaklığı. Yüzüne verdiğin garip, şekil ve sen mutluyken bana miras bıraktığın enerjin. Bu dünyaya bedel, kolunun hissi ve ben yaşadım hiç olmazsa senli bir ilk zamanı. Hiç birlikte olamayışımızın hissiz rüyası ki bir günümü seninle geçirdi. O kadar yuvarlağım ki, köşelerim batıyor. Ruhum, sessiz.
15 Şubat 2012 Çarşamba
Zar düştü
Ve bir sümük gibi yapıştı kadının suratına, koca memeli adamın gırtlağından
fırlayan küfrün son hecesi. Memeleri diriydi, "taş" diye tabir edilen
bir çok kadının dişlerini dökebilirdi güzelliğiyle. Fransızca konuştu. Kadındı
konuşan. Konuşulan şey ise çok erkeksiydi. Ağız dolusu geldi gelenler.
İriliğine aldırmadan, kadınlığına aldanmadan. Bir zar çıktı ceplerin birinden.
Zar düştü, sanırım bu insanlar zerdüşttü. Dile düşen ise üç heceydi, bir harfi
sırlanmış. Sonraya bırakılmıştı hesaplaşmalar. Ortada sadece küfürler ve diri memeler
vardı. Elde olmayan bir karardı. Onu da kuşlar aldı.
9 Şubat 2012 Perşembe
Boşaltım
İçimize çekiliyoruz gittikçe. Dostlar evine sığınıyor. Zulüm evin içine iyice yerleşiyor. Ortalık içi boşlara kalıyor. İçi dolu olan da neyi varsa boşaltıyor. Duygusuzlaşıyoruz, et ve kemik oluyoruz. Rüyalarımız azalıyor, zaman geçtikçe. Sözler hiç verilmemişçesine unutuluyor. Çıkar, gözleri kör ediyor. İnsanın temelleri gittikçe çürüyor. Ahlak küfleniyor. O sana her gün küfrediyor. Sen de ona küfrediyorsun. İnandığın fıkra, güvendiğin yalancı, peşinden gittiğin hain, gitmediğin kahraman oluyor. Normalleşiyorsun. O, boşlukta ve bu artık ona hayatın anlamı gibi geliyor. Kendini geliştirmeye çalışana gülüyor. Hep gülüyor. Sen onun yüzünden boşalıyorsun. Gücünü emiyor. Yapılacak şey basit. Gitme, görme, durma... Koru kendini. Sıra kendini korumakta, koru kendini. Kendini koru ki bir ümidin olsun.
8 Ocak 2012 Pazar
Simit
Farketmiyor olduğunu anladım. Tek veya çift. Sürekli geri saran bir melodi artık, ritm değişmiyor. Karaktersizlik hakim havaya, burnum koku almıyor. Dinlemek istemiyorum gürültüleri, sessizlik de beni bana hatırlatıyor. Kendimi yaşamıyorum böylece. Bir gitaristin parmak hareketlerini dinliyorum bazen, bazen bir nefes... Bazen de sadece dinliyorum. Hissetmemek için, onların bana verdiği şeyden başka bir şey. Kaşlarım çatık. Alnım kırışmış iyice. Gülüşüm yapmacık. Vücudum erimiş artık. His yok.İnanmayın artık gördüğünüze. Görüntüler de yalan. Uydurulmuş tüm bu dünya, uydurulmuş martılar. Simit atma. Artık simit atma. Güvercinler gerçek değil, yem atma. Sen gerçek değilsin, artık beni okuma.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)